Avrupa Sömürgecilik Nedir? Bir Eleştiri
Sömürgecilik deyince aklımıza ne gelir? Tarih kitaplarında bir grup Avrupalı’nın okyanus ötesine yolculuk yapıp, gözleri daldırarak baktıkları toprakları birer birer fethedip, oraları istedikleri gibi şekillendirmeleri mi? Evet, bu kesinlikle doğru. Ama daha derinlere indiğimizde, bu hikâye, büyük bir çelişkinin, eşitsizliğin ve geride kalan acıların izlerini taşıyan bir hikâye. Avrupa sömürgeciliği, dünyanın dört bir yanındaki kültürleri, insanları ve kaynakları sistematik şekilde tüketen bir tarihsel olaydır. Hadi gelin, bu meseleye biraz daha cesurca yaklaşalım, yerleşik ezberleri sorgulayalım.
Avrupa Sömürgeciliğinin Güçlü Yanları: Kimse Başarıyı Görmez mi?
İlk başta, pek çok insan için Avrupa’nın sömürgecilik geçmişi büyük bir başarı hikâyesi gibi görünür. Eğer tarih kitaplarına bakarsanız, pek çok Batılı ulusun dünyayı fethedip, imparatorluklar kurarak büyük bir zenginlik elde ettiğinden bahsedilir. İspanya, Portekiz, İngiltere, Fransa ve Hollanda gibi ülkeler, dünyanın neredeyse her köşesine ayak basıp, bu topraklardan kaynaklar çekip, kendi ekonomilerini zirveye taşıdılar. Sömürgecilik, Batı dünyasına refah, sanayi devrimi, yeni teknolojiler ve büyük kültürel miraslar sundu.
Ve evet, bugün hâlâ Batı’da gördüğümüz pek çok büyük ekonomi, sömürgecilik döneminin birikimleri üzerine inşa edildi. Bir zamanlar yoksul bir ada olan İngiltere, Hindistan’dan aldığı pamukla, sanayi devrimini gerçekleştirdi. Fransızlar, Afrika’dan aldıkları madenlerle güçlü bir ekonomi kurdu. Ancak bu başarıların tümü, sömürgecilik sayesinde elde edilen kaynaklar ve emekle şekillendi. Peki, bu adaletli bir başarı mıydı?
Avrupa Sömürgeciliğinin Zayıf Yanları: Karanlık Tarafı
Şimdi soralım: Sömürgecilik gerçekten sadece Batı’nın zaferi mi? Afrika, Asya ve Amerika’nın sömürgeleştirilmesi, aslında yerel halkların yok sayılması, öldürülmesi ve asimilasyonu demekti. Batılı güçlerin bu topraklarda gerçekleştirdiği soykırımlar, kültürel soykırımlar, zorla çalıştırma ve köle ticareti, en az Batı’nın kazandığı kadar büyük bir kayıp anlamına geliyordu. Sömürgeci yönetimler, yerel halkları sadece kaynak sağlamak için araç olarak gördü; halkların kimlikleri, dilleri ve kültürleri yok sayıldı ya da tamamen yok edildi. Hangi Batılı ülke, tarihi boyunca gerçekleştirdiği vahşetlere dair özür diledi? Kimse buna kalkıştı mı?
Avrupa sömürgeciliğinin, ne yazık ki yalnızca toprakları ele geçirmekle kalmadığı, kültürel, psikolojik ve ekonomik bir sömürüye dönüştüğü gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız. Bugün hâlâ sömürge geçmişinin etkilerini görüyoruz: Afrika, yoksulluk, iç savaşlar ve bölünmelerle boğuşuyor; Asya’daki bazı ülkeler hâlâ Batı’nın kurduğu ekonomik sistemlerle meşgul.
Bir de şunu unutmayalım: Sömürgecilik her zaman “geliştirici” bir etki yaratmadı. Batı’nın kurduğu düzen, kölelik ve zorla çalıştırma gibi uygulamalarla “gelişim” söylemlerini çürütmüştür. Hangi gelişim, yoksul halkları günün sonunda hep daha fakir bırakıyorsa, orada bir yanlışlık vardır.
Sömürgecilik ve Bugün: Geçmişin Mirası
Günümüzde Avrupa’nın sömürge geçmişi, hala en fazla tartışma yaratan konulardan biri. Batılı ülkeler, büyük ölçüde ekonomik ve kültürel üstünlüklerini elde etmek için tarihlerindeki karanlık sayfaları unutturmaya çalışıyorlar. Ancak bu miras, Afrikalı, Asyalı ve Güney Amerikalı insanlar için kolayca silinebilecek bir şey değil. Kültürel kimliklerin silinmesi, yerli halkların haklarının ihlali ve toprakların sömürülmesi, tarihsel olarak devam eden etkiler bırakmıştır. Bugün hâlâ Batı, eski kolonilerinden gelen göçmenleri kabul ederken, bu kişilere karşı ayrımcılığa devam ediyor.
Sonuçta Ne Oluyor?
Sömürgecilik üzerine konuşmak, büyük bir çelişkiyi sorgulamak demek. Batı’nın ekonomik kalkınma ve kültürel zaferleri, dünyanın diğer köşelerindeki halkların eziyetiyle şekillendi. Bugün, sömürgeci geçmişini görmezden gelen veya üzerine konuşmaktan kaçan Avrupa, bu tarihi hatalardan ders almak yerine, adeta bir tür unutma kültürünü benimsemiştir. Ancak unutmamalıyız ki, bu tarih sadece Batı’nın zaferi değil, aynı zamanda dünyadaki pek çok halkın kaybıdır.
Sömürgecilik, kimseye adalet getirmedi. Şimdi, geriye sadece bu acıları hafifleten bir adalet arayışı ve gerçek bir yüzleşme kaldı. Eğer gerçekten bir ilerleme görmek istiyorsak, bu geçmişle yüzleşmekten kaçamayız.
Bugün, Batı’nın bu tarihi mirasa karşı nasıl bir tutum sergilemesi gerektiğini, eski sömürge topraklarında yaşayan insanların nasıl bir iyileşme sürecine girebileceğini konuşmalıyız. Avrupa sömürgeciliği hala dünyayı şekillendirmeye devam ediyor, ama bu gerçek, daha ne kadar göz ardı edilebilir?